20 Kasım 2007 Salı

Yarın yeni bir gün doğacak...

Bir gecenin ardından doğan güneş ve o güneşin tepeleri aşarak aydınlattığı bir şehir. O şehirde güneş doğarken uyanan bir doğa ve de o güzel doğanın kalbinde yaşayan insanlar. İnsanların yüzündeki hafif bir gülümsemedir doğan güneş ve güneşin arkasındaki tatlı bir acıdır tebessüm. Tebessümle gelen bir burukluk ve o anda insanın içini ısıtan bir kelimedir "günaydın". Bir selamla doğar güneş, gün aydınlanır yeniden canlanan doğayla, doğada yeşeren yapraklar ve yaprakların üzerindeki ince çizgiler. O ince çizgilerdir yaprakları yaşatan, besleyip yarın yeni bir günü kucaklamasını sağlayan. Hafif bir tebessümle uyanır kırağının ardından doğa ve doğada yarını görebilmek için bugünle mücadele etmek zorunda olan o masum canlılar. Her canlı kendince karşılar bu günü ve bilir yarını görebilmesi için aşması gerekir yine bugünü. Bazen güler, bazen hafif bir tebessüm eder bu güne, ama bilir kendi güldüğünde gülümseyecektir bu dünya kendine. Bilir nasıl bir gün isterse karşılayacaktır kendini...

19 Kasım 2007 Pazartesi

Teknolojinin getirdikleri ve götürdükleri...

Teknolojinin insan hayatını kolaylaştırdığı herkes tarafından bilinir ve de bu düşünce savunulur. Teknolojinin insan hayatını kolaylaştırdığı doğru, dolayısıyla da bize kazandırdıkları inkar edilemez. Peki ama teknolojinin bize sağladığı faydanın yanında bizden götürdükleri neler? Bunu hiç düşündünüz mü? Acaba işlerimizi kolaylaştırmak için kullandığımız bu teknolojik aletlere bağlanıp kalıyor muyuz? Bana göre evet. Ne yazık ki hayatımızı kolaylaştırmaya yarayan teknolojik aletler bizim kendimizi kaptırmamız ile birlikte hayatımız olup çıkıyor. Peki ama bunun sonuçları neler? Gelin esas bunun üzerinde tartışalım. Bilgisayar, televizyon, cep telefonu... ya da diğerleri hiç farketmez. Biri ile uğraşmaya başladığımızda ona bağlanıyor ve de artık onunla bir bütün oluyoruz. İlk başlarda sadece gerekli olduğunda kullandığımız bu teknolojik aletlerle vakit geçirdikçe sersemlemeye başlıyoruz ve de onlardan ayrılarak başka bir iş yapmaya üşenir oluyoruz. Onlarla daha fazla vakit geçirmemiz işimizi daha da zorlaştırıp bizde alışkanlık yapıyor ve artık onlar olmadan vakit bile geçiremez oluyoruz. Bunun beraberinde getirdiği asosyalleşmeyi bir kenara bırakırsak artık en ufak bir işi bile yapmaktan (yerimizden kalkarak bir bardak su almak gibi) aciz bir duruma geliyoruz. Tabii ki bütün bunlar da mutsuzluğu beraberinde getiriyor. Hayatla ilgili görüşlerimiz ve daha da önemlisi hayata karşı bakış açımız, yani hayattan beklentilerimiz değişiyor. Artık hareket etmediğimiz için hantal bir vücudumuz, hayata bakabileceğimiz oldukça dar bir penceremiz ve de asosyalliğin beraberinde getirdiği birçok problemimiz var. Artık hayatı yaşamak için değilde vakit geçirmek için kullanır oluyoruz. Peki ama sadece teknolojiyi hayatımızı daha da kolaylaştırmak, yani yaşam şartlarımızı daha iyi bir konuma getirmek için kullansak ve de hayatı doya doya yaşayıp tadını çıkartsak sizce de daha güzel olmaz mı? Sonuç olarak kendimizi mümkün olan en iyi şekilde geliştirmek bizim görevimiz. Günümüzde çocukların teknolojik aletleri kullanmasına sınır getirilmesindeki en büyük neden de bu. Ne dersiniz, sizce azda olsa haklı mıyım? Bu konuyla ilgili düşüncelerinizi bizlerle paylaşırsanız sevinirim. Kendinizi teknolojiye kurban vermemeniz dileğiyle:)

15 Kasım 2007 Perşembe

Antivirüs falan hikaye!

Hiç şüpesizki güvenlik bütün internet kullanıcılarının en büyük problemi. Kişisel verilerimiz bizler için oldukça önemli, ama bunları mümkün olan en iyi şekilde koruyabiliyor muyuz acaba? Sadece güvenlik programlarını kullanmak hiç bir zaman için tam bir güvelik sağlamaz, tamam ama acaba yine de verilerimizi korumak için kullanacağımız antivirus programlarının hangisi en iyi? Tamam, Kaspersky diyorsunuz, ama Kaspersky'ın en güncel veritabanına sahip süründen sağlam olarak geçen bir dosyanın içerinde Antivir'in ücretsiz sürümü trojan buluyor. Ve bu trojanlar Türk yapımı:) Ben Kaspersky veya başka bir güvenlik programı kullanayım, tamam, ama bu benim için temel sayılan güvenliği dahi sağlayamıyorsa benim ne işime yarar ki? Bazen kendime soruyorum, niçin virus tanımlamaları ortak bir veritabanından kullanılmıyor diye. Pekala bütün üreticiler taramalarını yapıp buldukları yeni virüsleri ortak bir veritabanına yükleyebilirler. Bu veritabanına veri girişi yapmayıp da kullanmak isteyenlerden de ücret talebinde bulunabilirler, ve de diyebilirler ki ben bu ay ortak veritabanına şu kadar virüs ekledim, tehlikeleri de şunlardı. Geriye kalan zamanlarını da (artan zamanlarını) tarama modüllerini geliştirmek için kullanıp, bu alanda daha da güçlenerek yarışabilirler. Peki ama neden, neden böyle basit bir çözümü varken bütün yazılım firmaları virüs veritabanlarını ayrı tutup "Ben bu kadar virüsü tanıyabiliyorum." diyorlar dersiniz? Tamam, ticarette işin başka bir boyutu, ama benim verdiğim örnekten de pekala bu ticari durum olumsuz etkilenmeyecektir. Eğer ki hala böyle bir çözüm üretmemelerinin sebebi ticari bir kaygıysa, inanınki güvenlik firmaları bizim veri güvenliğimizden daha önce başka şeyler düşünüyorlardır. Ne dersiniz, insan olarak gerekli olanı değil de duruma göre gerekeni yapmayı hala daha bırakamadık mı? (Yani illa ki bir kaza olmadan, bunun önlemini almayı henüz daha öğrenemedik mi?) Ne dersiniz, haklı mıyım? Neden daha iyisini yapmak varken, basit çözümlere güzel diyelim? Bu yazıyı aslında yeni Kaspersky haberinin altına yazmak için hazırlamıştım, ama geniş ve tartışmaya açık bir konu olduğu için foruma eklemeyi daha uygun buldum. Sizler de bu konuyla ilgili düşüncelerinizi bizlerle paylaşırsanız sevinirim. Kolay gelsin...

12 Kasım 2007 Pazartesi

Başarıya Odaklanmak!

Birçoğumuz biliriz başarıya odaklanmak gerektiğini. Başarılı olmak isteriz, bunun için elimizden geleni yaparız, ama yıldırır bizi hiç ummadığımız bir anda yorgunlukla gelen bir umutsuzluk. Yeniden ayağa kalkmak, yeniden yol almak isteriz. Yola devam etmek isteriz, ama her seferinde bir önceki denememizdeki başarısızlığımız endişelendirir bizi. Tam yola çıktım derken yine devriliriz, bu kez biraz daha zayıflamış bir şekilde tekrar ayağa kalkmanın yollarını ararız. Bu benzer şekilde bir kısır döngü olarak devam eder. Sonunda buna bir dur demek isteriz, bu hedefin bizim için şimdilik çok büyük olduğunu düşünür, kendimizi binbir çeşit yalanlarla kandırarak hedeflerimizi küçültürüz. Bu tekrar bir kısır döngü oluşturur ve her aşamada hedeflerimiz biraz daha küçülür. Burada değişen tek şey hedeflerimiz değil, biz de değişiyoruz ve kendimizi küçültmüş oluyoruz. Sonunda geldiğimiz nokta ise kendimizi hiçbir işe yaramaz, en ufak bir şeyi bile yapmaktan aciz biri gibi olarak hissettiğimiz, halimize acınacak o durum. Arkadaşlar, hayatta her zaman bir dönüş noktası vardır, kendimizi düzeltebilmemiz ve kendimize yeni hedefler belirleyerek kendimizi geliştirebilmemiz her zaman mümkündür. Yeterki geçmişten ders alıp geçmişle gelecek arasındaki o çizgiyi, yani bugünü, güzel bir şekilde çizebilelim. Hayatta tabii ki her zaman bir dönüş noktası vardır, ama bunu bilmek bizi yanlış yapmaya itmesin. Bazen yaptığımız küçük bir hata daha önceden yaşadığımız güzel bir geçmişe de zarar verebilir. Ayrıca başarıya ulaşmamız için bize gerekli olan en büyük şeylerden birisi de inanmaktır. Bir şeyi gerçekten yapabileceğimize inanalım, gerçekten bunu yapacak gücümüz o an için olmasada. Bize o gücü verecek olan inancımızdır. Sonuç olarak kendimize iyi hedefler belirleyip, bu hedeflere ulaşabileceğimize inanalım. Hayatı sadece boş boş geçirmek için değil, aldığımız her nefeste mutlu olmak için harcayalım. Çevremizdeki olaylar tabii ki önemlidir, ama daha önemli olan bir şey vardır ki o da bizim çevreye bakış açımızdır. İyi bir hedef ve sağlam bir inanç bize isteğimiz geleceğin kapılarını aralayacaktır, yeterki biz kullanmayı bilelim...

Öğrenmek için mi, yoksa sınıf geçmek için mi öğrenci olunur?

Merhaba, sizlerle öğrenciler hakkında küçüklüğümden bugüne kadar gözlemlediğim birkaç noktayı paylaşmak istiyorum. Hepimiz biliriz ki öğrenciler de birer bireydir. Öğrencilerin de hep bir amacı vardır, tıpkı her bir bireyin olduğu gibi. Belki farkında değillerdir, ama farkında olmasalar bile hep o amaca ulaşmak için çabalayıp dururlar. Bazen çalışmadıkları için bu amaçlarından vazgeçecek gibi olurlar ya da amaçlarını kendi yapabildikleri ile sınırlamak isterler ve de bunu yaparlar. Bir de öğrenciler sınıf geçebilmek için çabalar dururlar, ama çok azı bilir ki sınıf geçmek onlara belki de hiçbir şey kazandırmayacaktır. Önemli olan öğrenebilmektir, zor durumda kaldığında kendini kandırmak ya da bir sınıfı birşeyler öğrenmeden geçmek öğrencilere hiçbir şey kazandırmayacaktır. Sınıf geçmek önemli midir diye soracak olursanız, elbette önemlidir ama daha önemli olan yeni birşeyler öğrenebilmektir. Eğer öğrenciler hedeflerini sınıf geçmek olarak değil de kendilerini mümkün olan en iyi şekilde geliştirmek olarak belirleseler hem daha mutlu ve başarılı bir hayatları olabilecek, hem de beyin daha ilerisine odaklandığı için sınıf geçmek gibi bir problemleri olmayacaktır. Ne zaman yeni yetişen küçük kardeşlerimize bunu en iyi şekilde aşılayabilirsek, eminim ki eğitimimizin kalitesi ve başarı oranımız da o zaman çok büyük bir artış gösterecektir. Bu konudaki görüşlerinizi sizler de benimle paylaşırsanız gerçekten çok mutlu olurum. Hepinize kolay gelsin. Hayatınız boyunca kendinize iyi hedefler koyabilmeniz ve bunun gerçekten bilincinde olabilmeniz dileğiyle...